Müziksiz Devrim de Olmaz Cumhuriyet de! Ulu Önder Atatürk Diyor ki: ''En Güç Devrim Müzik Devrimidir''
- 05.11.2021
- 0 Yorum
Devrim ancak topyekun gerçekleştirilebilirse gerçek bir devrim olur.
1938'de yaptığı bir konuşmada şöyle diyor Gazi: "Memleketimizde çalınan Türk musikisi değildir. Bir Bizans aksiyonudur."
Ve ekliyor: 'Bizim milli musikimizi ancak köylerde çobanlar çalar. Fakat onu da garp musikisinin şimdiki seviyesine yükseltmek için takriben dört asır lazımdır. Bu kadar beklemek fazladır. Onun için Avrupa musikisini nakle çalışıyoruz.'
Müzik otoritelerine göre bu söylem bir özentilik ya da taklitçilik barındırmaz. Atatürk'ün teori ve pratikteki adımları bunu gösterir.
Onun 'milli musiki' derken söz ettiği şey Orta Asya'dan Anadolu'ya kadar gelen halk müziğidir. Atatürk'e göre 'Anadolu halkında işitilebilir olan hakiki musikimiz' için yapılması gereken şey, onun batı müziğinin besteleme ve orkestralama teknikleriyle ifadede ve icrada en üst düzeye çıkarılmasıdır.
Atatürk'ün bu tutumu Türk kültürünü uygarlık kültürüne katma isteğine oldukça uyar. Çünkü ona göre uluslar çeşitli olsa da uygarlık tektir.
Atatürk Sofya'da ateşemiliter olduğu günlerde bir gece Carmen operasını izlemeye gider. Sonradan söyledikleri ise ulus, evrensellik ve müzik açısından önemlidir, şöyle der:
'Balkan Savaşı'nı neden kaybettiğimizi şimdi anladım. Bulgarları çoban bilirdik oysa biz farkına varmadan nasıl ilerlemişler; tüm sanatçıları Bulgar. Biz bu uygarlık düzeyine ulaşamazsak bize yaşam hakkı yok.'
Bu sözlerin üzerinden 21 yıl geçer ve Atatürk 1934'teki meclis açılışındaki şu sözleri söyler: "Bir ulusun yeni değişikliğindeki ölçü musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir."
'Bugün dinletilmeye yeltenilen musiki yüz ağartacak değerde olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. Ulusal, ince duyguları, düşünceleri anlatan, yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları bir an önce genel son musiki kurallarına göre işlemek gerekir. Ancak böylelikle Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir”
Atatürk'ün düşüncelerinde bu denli tutarlı olmasının sebebi onun müziği gerçekten içselleştirebilmiş olmasından anlaşılır. 1925'te İzmir Muallim Mektebi'ndeki öğrencilere şöyle sorar: "Hayatta musiki lazım mıdır?"
Ve yine kendisi cevaplar: 'Hayatta musiki lazım değildir. Çünkü hayat musikidir. Musiki ile alakası olmayan mahlukat insan değildir. Eğer mevzubahis olan hayat insan hayatı ise musiki her halükarda vardır. Musikisiz hayat zaten olamaz. Musiki hayatın neşesi, ruhu, sevinci ve her şeyidir. Yalnız, musikinin çeşitleri incelemeye layıktır.'
İşte bu konuda yıllarca araştırmalar yapılır, neler yapılacağı konuşulur. Fotoğrafta gördüğünüz Paul Hindemith gibi önemli isimler Ankara'ya davet edilir. Hindermith'in önderliği ile de konservatuvar ve opera kurulur.
Ancak müzik devrimi Gazi'nin de belirttiği gibi zordur ve aksaklıklar göze çarpar. 1935'te Hindermith, Ankara'da çeşitli okulların müzik derslerini takip der ve görür ki Batı'dan doğrudan bir aktarım mevcuttur. Bunu yadırgar ve şöyle der:
'Bir halk ezgisinin değeri yalnızca bıraktığı küğsel (müziksel) izlenimde değil söyleyende budunsal (etnik), bölgesel ve zamansal ilişkilerle uyandırılan duygulardadır. Dolayısı ile okul eğitiminde kullanılacak çığırgılar (şarkılar) eski ve güçlü Türk halk küğü (müziği) içinden seçilmeli, bunlar zaman içinde çoksesliliğe gitmelidir.”
Böylece Atatürk'ün yıllardır kafasında olan müziksel değişim bir profesyonel tarafından da onaylanmış olur. Bu arada radyolardan Türk musikisinin yasaklanması durumu gündeme gelir, Atatürk yanlış anlaşıldığını düşünmektedir.
'Ben demek istedim ki bizim seve seve dinlediğimiz Türk bestelerini, onlara da dinletmek çaresi bulunsun, onların tekniği, onların ilmi ile, onların sazları, onların orkestraları ile, çâresi her ne ise. Biz de Türk musıkisini milletlerarası bir sanat haline getirelim Türk'ün nağmelerini kaldırıp atalım, sadece garp milletlerinin hazırdan musıkisini alıp kendimize maledelim, yalnız onları dinleyelim demedim, yanlış anladılar sözümü, ortalığı öyle bir velveleye verdiler ki, ben de bir daha lâfını edemez oldum.'
Peki, Atatürk'ün "Müzik devrimi zordur çünkü şahsa önce kendi iç dünyasını unutturmayı, sonra da yeni bir aleme yönelmeyi gerektirir." diye söz ettiği devrim için neler yapılmıştır?
1924'te Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası, 1927'de İstanbul Konservatuvarı eski köklerinden tamamen koparılmadan çağdaşlaştırılırlar. Cumhuriyet'in ilk 10 yılında İstanbul ve Ankara'da sık sık klasik batı müziği konserleri yapılır. 1924'te Musiki Muallim Mektebi açılır ve aynı yılın sonuna doğru Avrupa'ya öğrenci gönderilerek kendilerinden döndükten sonra bu okulda öğretmenlik yapmaları beklenir.
Bu öğrenciler arasında 'Türk Beşleri' olarak adlandırılan grubun dört üyesi Hasan Ferit Alnar, Ulvi Cemal Erkin, Necil Kazım Akses ve Ahmet Adnan Saygun da vardır. Beşinci üye ise Cemal Reşit Rey'dir.
Atatürk'ün opera ve Wagner sevgisi... Anıtkabir'de sergilenen onlarca şey arasında bir Wagner büstü göze çarpar. Bu büst, Atatürk'ün özel eşyalarındandır.
Atatürk bir akşam birçok sanatçıyı Köşk'e yemeğe çağırır ve onlara Batı müziğine ait aryalar söyletir. Odadaki piyanosunun üstünde ise Wagner'in büstü vardır. Hayatına baktığımızda Wagner de Atatürk gibi imparatorluk rejimlerine başkaldırmış bir devrimcidir. İki isim arasında böyle bir bağ kurulabileceği gibi Wagner'in müzikte ve operada gerçekleştirdiği devrimler bu büstün orada olmasında etkilidir.
Son olarak, Türk musikisinin yasaklanmasının ardından Nuri Conker ile Atatürk arasındaki keyifli bir atışma...
Bir gün Atatürk saz heyetinden 'Manastırın ortasında var bir havuz' türküsünü ister. Bunun üzerine Nuri Conker, 'İmam verir talkını, kendi yutar salkımı. Sen radyodan alaturkayı kaldırdın, kendin de çaldırma bakalım.' der. Atatürk'ün Conker'e verdiği yanıt hem mizahi hem de akıllıcadır:
'Şimdi biz burada rakı içiyoruz diye, devletin her köyde meyhane açması caiz mi? Biz fena yetiştirilme ve ihmaller neticesi buna alışmışız, kendimizi kurtarmayabiliriz, fakat gelecek nesillere, kendi fena alışkanlıklarımızı aşılamaya hakkımız yok. Nasıl, farzımuhal halk alışmıştır diye esrar tekkeleri açamazsak, devlet radyolarında da ağlayan inleyen nağmeler yayamayız.'